DenizDeSevenler

31 Ağustos 2012 Cuma

Watson's – Magic Lip Balm (Sür ve unut!)

Bir insanın doğası gereği kendinden beklenen davranışları tutarlı bir şekilde sergilemesi ne kadar güzel bir şey çok özeniyorum. Ben kadınsal özelliklerin %50 sini sergileyip geri kalan %50’yi es geçtiğim için aşağıdaki örnekleri kaçınılmaz olarak yaşıyorum.
Topuklu ayakkabıyı her kadın gibi çok seviyorum ama üzerinde dengede durmak ve ağrıyan ayaklara uzun süreli tahammül konularının yakınından geçemediğim için aldığım bir ayakkabıyı bir gün giyip üç ay yanına yaklaşamıyorum.
Etek giymeyi çok seviyorum ama bacaklarımı kibar bir edayla birleştirip sağda ya da solda tutarak oturmaya ancak 8-9 saat dayanabildiğim için aldığım sürüyle etek ancak birkaç kere giyilebiliyor.
Değişik takılar takmayı çok seviyorum ama elimi yıkarken yüzüklere sabun kaçmasından, bilgisayar kullanırken bileziklerin şangırdamasından, kulağımda küpe varken telefonla konuşmaktan nefret ettiğim için evde kutu kutu duran takılar bir iki kere gün yüzü görebiliyor.  
Makyaj yapmayı çok sevmeme rağmen makyaj tazelemeyi bir kere bile hatırlamadığım için maksimum öğlen saatlerinde, ruju çıkmış, pudrası uçmuş, allığı kaçmış kısacası neredeyse sıfır makyajlı bir yüzle günü tamamlıyorum. Kullandığım makyaj malzemelerini de üzerinde ömrü 6 ay diyorsa ben 26 ay dolapta tutup sonunda bozulduğunu anlamak için klinik testlere gerek kalmadan leş gibi koklamarından anlayıp neredeyse hiç kullanılmamış gibi görüntüleriyle çöpe atıyorum.
En sevdiğim makyaj malzemesi bu sebeplerden dolayı rimel. Çok sert bir dış etkiye maruz kalmadığı müddetçe (o da waterproof olmayanlar için), höykürerek ağlamak, sağanak yağmurda bir saat yürümek, altından geçtiğin balkondan kafana bir kova temizlik suyu boşalması gibi, sen ne zaman hadi canım tak sepeti koluna dersen o zaman terk ediyor bünyeyi. Şimdiye kadar hakkıyla kullanıp dibine kadar bitirerek yenisini aldığım tek makyaj malzemesi rimel o yüzden. Ama insanın makyajlıymış gibi görünmesi için bence en az iki elemana ihtiyacı var. Biri rimel diğeri de ruj. Sadece ruj ve rimel sürerek şahsen ben gayet makyajlı gibi olabiliyorum. Ama işte o ruju bütün gün dudakta tutmak ne mümkün. Çeşitli teknikler var bunun için; önce dudaklara pudra sürün sonra ruj çok uzun dayanıyor – denedim dayanma süresi kahvaltı çayının son yudumuna kadar, önce ilk katı sürüp fazlasını mendili hömürmek suretiyle alın ikinci katı sürün çok uzun dayanıyor – denedim dayanma süresi kahvaltı sonrası içilen kahvenin son yudumuna kadar, uzun süre çıkmayan long lasting denilen rujlar süper 8 saat dayanıyor – denedim dayanma süresi eğer arada dudaklardaki pul pul soyulan rujları dikkate almazsanız öğlen yemeğinin ilk lokmasına kadar. Kısacası ben bulamadım siz biliyorsanız sabah sürdüm akşam yatarken aynen duruyordu silerek zor çıkarttım diye bir ruj bana da söyleyin ama sürülmesi kolay arada da pul pul dökülmesin bir zahmet.
Ama işte arkadaşlar allah bir yerden alıyor bir yere veriyor. Bu kadar arızalı bir insanım ama bir o kadar da azimliyim umutluyum arayışlarım hiç bitmiyor.
Son favorim Watson’s dan 3 TL mi 5 TL mi öyle komik bir rakama aldığım Magic Lip Balm. 8.5 cm boyunda küçümencik incecik bir dudak parlatıcısı ama bildiğiniz parlatıcılardan değil.

Beyaz renksiz görünümlü bu parlatıcı dudaklara sürüldükten kısa bir süre sonra çok doğal bir pembelik vermeye başlıyor ama ne başlamak ondan sonra unut gitsin sabah kahvaltını yap çayını iç, kahveni iç öğlen yemek ye parlaklık gitse de pembelik çok belirgin bir şekilde dudakta kalmaya devam ediyor. Üstelik bardaklara falan bulaşan bir şey de yok o görüntüden de nefret ediyorum ben. Eğer üst üste sürerseniz renk çingene pembesine kadar gidiyor ve o zaman günlerce kalıyor tahminimce çünkü sabunla bile yıkasanız geçmiyor, bir makyaj temizleyicisi gerekiyor.
2 gr'lık ürün aynı zamanda UVA/UVB koruması da sağlıyor ki bence çok önemli bir özellik yaş dayanmış 35’e.




Bu son fotoğraflarda elimde performansını göstermeye çalıştım.
İlk anda neredeyse renksiz bir parlatıcı gibi görünen ürün bir iki dakika içerisinde pembeliğini veriyor.


Bu resim tek kat olarak sürülmüş ve 5 dakika geçtikten sonraki rengi. 


Üçüncü resimde ise elimin üstünü iyice ovalayarak silmeme rağmen rengin neredeyse hiç değişmeden kaldığı görülüyor. 
 

Enjoy!

30 Ağustos 2012 Perşembe

Zafer Bayramımız Kutlu Olsun!

Krallıklar kurulmaya çalışılsa da, insanların kanlarını vererek özgürlükleri için yıktığı Osmanlıya geri dönmek için can atılsa da, kaynını da al git seviyelerine inilmiş olsa da, uluslar arası toplantılarda zavallı bir temizlik işçisinin kelamları devlet başkanlarına söylenerek yerin diplerine girilmiş olsa da, eğitimin içine edilerek gerçek tarih unutturulmaya çalışılsa da, insanlar cahilleştirilip fakirleştirilerek sadece ellerinde inançları bırakılsa ve bu inançlar sömürülerek bir yerlere gelinmeye çalışılsa da, kadınların bedeni ve diğer herkesin beyinleri kalın kumaşlarla mumyalansa da bizler bir avuç bile kalmış olsak da kısacası herkese ve her şeye rağmen ulu önder Atatürk'ü, onun yaptıklarını, bizlere altın tepsi içinde bıraktıklarını, ilkelerini, bütün dünyanın yüzyıllar bile geçse ona saygı duymasını sağlayan güzel kişiliğini asla unutmayacağız, çocuklarımıza torunlarımıza da asla unutturmayacağız!

UNUTTURAMAZSINIZ!!!

30 Ağustos Zafer Bayramımız kutlu olsun...







Enjoy!


Fragrantica – Koklamadan koku almak

Tamam tamam artık bu işin iyice suyunu çıkarttım farkındayım ama koku manyaklığım öyle bir noktaya ulaşmış durumdaki gidip bütün bir dükkanı koklamak artık bünyemin kaldırmamasının yanında zamansal olarak da pek mümkün olamıyor. Eskiden aylak aylak gezecek zaman çoktu ama şimdi genelde sadece ihtiyaçları almak için çarşıya çıkıyoruz. Ayrıca şu parfümerilere diktikleri hatunlara da sıklıkla uyuuuzz oluyorum ya gözleriyle ya da bizzat kaideleriyle insanı takip edip devamlı yardımcı olabilir miyiz? diye sormalarından nefret ediyorum. Yardım istesem imdat diye bağırırım anlarsın zaten sormana gerek yok. Ayrıca parfümün kapağını açıp koluma sıkmayı ben de rahatlıkla becerebilirim diye düşünüyorum bundan farklı bir yardımlarını görmedim henüz.
Peki bu engeller beni durduruyor mu, bakamıyorum madem almayım bir şey diyor muyum hayııırrrr! Saksıyı çalıştırıyorum ve oturup internet aracılığıyla sorunlarıma çözümler üretiyorum. Madem gidip burnumla koklayarak parfüm alamıyorum ben de gözümle koklayarak seçiyorum sonra nokta atışı şeklinde alıp çıkıyorum. Göz göz gerçekten şaka yapmıyorum başka bir yer değil. Harika bir site keşfettim Fragrantica.

Parfüm kütüphanesi oldukça geniş an itibariyle 15945 parfüm anılıyor. İnsanların parfümlerle ilgili yorumları var 218062 adet. Bazılarında öyle tanımlamalar var ki koklamış gibi oluyorsunuz.
Sitede uzun uzun incelemeler yapmak için üye olmanız gerekiyor. İsterseniz Facebook üzerinden de olunabiliyor. Birçok kriterle parfüm araması yapabiliyorsunuz örneğin parfüm notaları. Hangi tür parfüm seviyorsunuz onu seçip içeriğinde o notanın olduğu parfümleri görebiliyorsunuz ya da çok beğenerek kullandığınız bir parfüm var onu bulup ona benzer notaları olan parfümleri görebiliyorsunuz. Ayrıca parfümlerin yaratıcılarına göre aramalarda yapabiliyorsunuz. Benim en sevdiğim özelliklerden biri de renklere göre arama yapabilmek. Kırmızı seçtiniz size ambalajı kırmızı olan parfümlerin listesi geliyor.
Hemen buradan girip inceleyin derim ve gözle nasıl parfüm seçiliyormuş görün...

Enjoy!

29 Ağustos 2012 Çarşamba

Tatil yine gel emi! (Bölüm 3 - Şirince)

Renkli cıvıl cıvıl bir yazı ile tatil postlarımı sonlandırıyorum. Şirince adı gibi şirin, çok küçük olmasına rağmen her yaz 3-4 kere gitsem bile sıkılmadığım bir cennetçik. Henüz hiç gidip görmediyseniz kesinlikle ölmeden önce yapılacaklar listenizde üst sıralara çekmelisiniz. Selçuk’tan girilen ve döne döne çıkılan bir dağ yolu ile ulaşılıyor. Burası sanki anneannemin özenle sakladığı sandığı gizlice açıp karıştırıyormuşum hissi veriyor bana.  Loş şarap evleri, çeşit çeşit zeytin yağlarının reçellerin satıldığı stantlar, bin bir çeşit mis kokulu doğal sabunların satıldığı dükkanlar, her biri sanki annenizin mutfağı - evinizin bahçesiymiş gibi gelen samimi sıcak restoranlar, kendi yaptıkları el işlerini satan güzel gözlü kadınlar, bütün sokakları saran kokular saçan bahçelerinden topladıkları kekikler ve daha bir sürü çeşit baharatlar satan samimi erkekler.
Bütün gün hep aynı sokaklarda dolaşsam da asla sıkılmıyorum. Benim huzursuz ruhumu tek sıkan ise keşke biraz daha bakımlı, biraz daha düzenli olsa düşüncesi. Yurt dışında böyle bir yer eminim şu halinden bin kat daha çekici olurdu. En basitinden, zaten daracık olan sokaklara arabalarla girerek içerdeki otoparklara ulaşmak zorunda kalıyorsunuz ve o araba trafiği yayaları inanılmaz rahatsız ediyor. Keşke daha içeri girmeden araçların konacağı bir alan olsa ve içerde hiç araba sesi ve egzozu  duyulmasa. Sokaklar çok güzel, doğal belki ama o kadar çakır çukur ki normal insanın yürümesi bile zorken oraya tekerlekli sandalyeyle ya da bebek arabasıyla gitmek çok büyük bir işkence. Asfalt döküp olayı bitirmesinler tabii ki ama biraz daha konforlu bir hale getirilebilir diye düşünüyorum. Aman ben de hep düşünüyorum yani bir kere de bırak olduğu gibi kabul et dimi yok olmaz rahatsızım rahatsız.
Aslında Şirince’de de bir şehir fırsatımız vardı ve onu kullanmaya gitmiştik adını bile hatırlamadığım bir yerde kahvaltı. Bak ben buna da sinir oluyorum. Mekana gittik nasıl bir potansiyel var görmeniz lazım yani diyorum benim böyle bir yerim olsa cennete çeviririm inanılmaz derecede bakımsız her şey eski püskü suratsız bir garson ya da sahibi bilmiyorum yani orada önümüze kuş sütü eksiksiz kahvaltı getirsen neye yarar.  Hemen arkamıza bakmadan uzaklaştık tabii ki. Karnımız da zil çaldığından ilk girişte gözümüze çarpan albenili bir mekan olan Artemis’e gittik.


Çok güzel bir manzarası olan mekanda gelen kahvaltıyı kelimelerle anlatmam mümkün değil. iki kişi için neredeyse dört kişiyi tıka basa doyuracak bolluk ve çeşitlilikte enfes bir kahvaltı sofrası kuruldu. Ada geniş bahçesinde gezip kedi kovalarken biz de kahvaltımızın keyfini sürdük. İki kişi 50 tl verdik. İçerisinde bir de müzesi var Taş Mektep. Eskiden okul olan restoran binasında ufak tefek eşyalar sergileniyor.


Kahvaltı sonrası kendimizi yollara vurduk. Gerisini fotoğraflar anlatsın. Incık cıncık bir sürü şeyin satıldığı stantların arasında gezmek çok keyifli oldu.


Her sene zeytin yağı ve sakız reçeli aldığımız teyzemiz. Beyaz kavanozlar sakız reçeli sakız severler kaçırmamalı. 

Ada'nın gözlerini kocaman kocaman açarak baktığı rengarenk dükkanlar. Ona da bir sürü basit oyuncak aldık bütün gün rahat ettik.


En sevdiğim yerler. Rengarenk, çeşit çeşit kokulu sabunlar kremler, banyo malzemeleri. sabırlı kocam sayesinde uzun uzun bakıp kendime eşe dosta bir sürü alışveriş yaptım.










Daracık sokaklar şipşirin evler.
 

Yemyeşil bir manzara.


Burası da her seferinde gittiğimiz Kaplankaya Şarap Evi. Çeşit çeşit meyvelerin şaraplarını önce deneyip sonra ister orada içebilirsiniz isterseniz evinize satın alabilirsiniz. 
 





Deneme için size bu seti hazırlayıp getiriyorlar. Soldan sağa doğru içerseniz lezzetler daha bir güzel geliyormuş öyle diyorlar. Benim favorilerim kavun ve karadut.
 


Her biten tatil yeni gelecek tatilin habercisidir diyerek 2012 yazına veda ediyorum.
Enjoy!


Tatil yine gel emi! (Bölüm 2 - Bodrum)

Kuşadası’ndan günü birlik bir Bodrum gezisi yaptık. Tabii bilsem 2.5-3 saatlik bir yol olduğunu asla kabul etmezdim de sevgili bey(n)im bana 1.5 saat çok kısa çok kısa diyip kandırdı. Nasıl da bir gün seçmişiz ki hava 40°C nefes alınmıyor. Sabah Ada’nın kahvaltısını yaptırıp tam uyku saatine yakın yola çıktık dolayısıyla gidiş problemsiz oldu tam iki saat yolda uyuyarak gitti yolculuğun en son ve en sıcak 30 dakikasında ise cin gibi uyanık ve araba koltuğundan kalkmak için devamlı vızıldanarak geçti. Tabii sıcakta sizi de kuyu gibi her yerinizi sarıp sarmalayan bir koltuğa 85 çeşit kemerle bağlasalar sadece vızıldanmakla kalmaz oradan kurtulur kurtulmaz bağlayanları doğramaya kalkarsınız da zavallı bebek kısmı sadece beyninizi doğramakla kalabiliyor. Eskiden kıytırık Murat 131’lerle Anadol’larla yolculuk yapılırdı biz Ankara’dan Kuşadası’na gelirdik sene teee 1980 kimse ne kemer takar ne bir şey araba koltuğu desen yok öyle bir şey görsek Mr.Spark’ın kumanda odasındaki koltuk zannederdik hiç de bi halt olmazdı püfür püfür camları açardık sonuna kadar ayakları sallardık dışarı. Ay vallahi çok sıkılıyorum bu kurallardan bak yazarken bastılar.
2.5 saatin sonunda Ada’nın komple sırtı benim de onunla boğuşmaktan komple totom sucuk olmuş bir şekilde Bodrum’a ulaştık. Bodrum’la ilgili ne anlatabilirim ki işte herkesin bildiği güzel yer zaten günübirlik bir gezide ancak çarşılarda dolanıp sonra da deniz kenaaarısında sakin sessiz keyfettik. Güzel içkiler ve akıllara zarar bir de waffle sefası yaptık.
Ama ne waffle nam nam nammm!
Hemen arkasından çarşıdaki bu fırın + pastacıyı görünce off neden iki tane midemiz yok dedik :)

Kendime yine bir Bodrum sandaleti alamadım benim garson boy ayak ölçüme göre yapmıyorlar 35 numaralar bile büyük geldi modellere ağzımın suyu aka aka dönmek zorunda kaldım. Bir iki sene önce gelip çok değişik tasarımlı kıyafetler aldığım bir dükkan maalesef kapanmış onda da hevesim kursağımda kaldı alışveriş kısmı hüsran anlayacağınız.
Barlar sokağında barlardan çok alışveriş mekanları peydahlanmış hiç hoşlaşmadım niye biz bir şeyleri koruyamıyoruz ki barlar sokağı barlar sokağı kalsın alışveriş için ayrı bir mekan oluştur dimi akşamları alışveriş için aheste gezenlerle eğlenmek isteyenlerin birbirine karıştığı bir curcuna hiç çekilir olmuyor.

 Sahildeki Özsüt'te oturduk manzara mükemmeldi.




Manzaraya karşı içtiğim bol buzlu Mohito çok başarılıydı mutlaka denemelisiniz. 



Eşim yeni bir tat keşfetmek istedi ve Margarita denedi güzeldi ama bence hala Mohito :)

Tatil yazımın 3. ve son bölümü olarak Şirince'den bahsedeceğim.

Enjoy!

28 Ağustos 2012 Salı

Ballerina - Ikea (Kahve molanıza bir eşlikçi daha!)

Kafamda bin tane şey var devamlı bir listeleme modundayım alışveriş listesi, yapılacaklar listesi, valize konacaklar listesi, toplantıya götürülecekler listesi. Ne zor kadın + çalışan + evli + anne olmak. Kadın olduğumuz için kendimizle ilgili, çalışan olduğumuz için işle ilgili, evli olduğumuz için hem ev hem eşle ilgili, anne olduğumuz için bebekle ilgili devamlı bir plan bir organizasyon içindeyiz. Hem çok çalışmalı her yere yetişmeliyiz hem bakımlı olmalıyız, hem fit kalmalıyız hem enerjik olmalıyız, hem evde her şey tıkır tıkır gitmeli, hem bebek kendi başına bir olay. Nereden geliyor bu değirmenin suyu diye soran yok ama şu eşya nerede, bebeğin çantasında bu eksik, doktor randevusu ne gündü, temizlikçiyi aradın mı  diye soran çok.  Zaten ciddi bir hafıza sorunsalım da var hiçbir şeyi hatırlayamıyorum en yakını dedesinin Ada’ya verdiği bayram harçlığını elime aldığım andan bir saniye sonrası tamamen silik para elimde ne kadar durdu sonra nereye kondu oradan geri alındı mı harcandı mı, hatta para elime hangi gün verildi. Tam yarım gün boyunca geriye dönük hatırlama çabalarım sonuçsuz kalınca en sonunda parayı verene bir danışalım diyip olayı çözdüm. Gören de beyin üstü betona çakıldım falan zanneder. Kafamdaki bin tane düşünce her gün beynime çakıyor da kimsenin haberi yok. Alzheimer listesinin üst sıralarındayım anlayacağınız.
Kafada bu kadar tilki dolanırken insanın fosur fosur uyuması ve dolayısıyla dinlenmesi de pek mümkün olmuyor kafanın yastığa yatmasıyla bütün tilki kostümlü liste maddelerinin ayağa kalkıp beynimde halay çekmesi bir oluyor. Arada yapılması gerekip unuttuklarım arkadan koşarak gelip halay zincirine giriyorlar o sırada bütün dengeler bozuluyor halay ekibinin ayakları dolanıyor paldır küldür yıkılıyorlar bu da fizyolojik olarak ben de bir sıcak basması bir kalp çarpıntısı ve neticesinde gözlerin fal taşı gibi açılarak yatakta dikelme olarak gözlemleniyor.
-Doktor bey sizce benim neyim var yaşayacak mıyım?!
-Elbette daha uzuun yıllar sürüm sürüm sürünerek yaşayacaksınız. Bi’ kahve?
Aslında birçok insan ayık ve dinç kalmak için kahve içer ben sadece keyif için içiyorum çünkü beni ayık tutmayı başarabilen bir kahve çekirdeği henüz bitkisinden doğmadı. Gerçekten çok özeniyorum “Abi koydum kahvemi, açtım kitapları sabaha kadar 15 fincan kahveyle hiç uyumadan cin gibi çalıştım.” diyenlere. Hayatım boyunca beceremedim, galonla içsem yine de “saat on yatağa kon!” benim mottom. Saat 22:00 dedi mi bütün beyin şalterleri off konuma geçer bende, söylenenleri dinleyemem, okuduklarımı anlayamam. Zaten gece insanı da değilim benim prime time’ım 10:00-15:00 mümkünse bütün işleri o saatte yapayım. O yüzden bir kahve içelim de ayılalım diyenlere oldu canım sen ayıl ben içip yatayım diyorum. Ben kahveyi keyif anlarımda ya da keyifli olmayı hayal etmek için içiyorum. En sevdiğim alışveriş arası yorgunluk molası kahvesi sonra Ada’yı uyutma sonrası popoyu yere koyma kahvesi, kahvaltı üstü dedikodu kahvesi de çok severim. En zavallısı ofiste içtiğim “aslında ofiste değilsin bu bir halüsinasyon şekerim” kahvesi. Tüm kahvelerde de mutlaka bir eşlikçim olması lazım. Zaten sütsüz, şekersiz, ve koyu seviyorum yudum aralarında ağzımı tatlandıracak şeylere asla hayır diyemiyorum.
Yaz tatilinde denediğim Ikea marketinde satılan Ballerina’da eşlikçiler listemde üst sıralara yerleşti. Kekle kurabiye arası bir kıvamı var ne tam kıtır ne tam yumuşak, içinde hem çikolata parçaları var hem de ortasında çikolata kreması. Çok lezzetliii. Bir tanesi bir fincan kahveyle yeterli gelecek büyüklükte. Çalışan, koşturan enerjik ama FİT bir anne - kadın olduğumuzu unutmuyor günde bir iki taneden fazla yemiyoruz. Kalorisini falan da bilmiyorum hiiç bakmadım tatildeydim anacım ne kalori hesabı ayrıca da çoktur kalorisi baksam moralim bozulacak gerek yok J




Enjoy!

24 Ağustos 2012 Cuma

Tatil yine gel emi! (Bölüm 1 - Kuşadası)

Acaba bu sefer ben sussam ve sadece fotoğraflar mı konuşsa. Ne mümkün! J
İnsan sağlıklı ve huzurlu olunca her tatil güzel nerede tatil yapıldığının hiç önemi olmuyor o zaman. Yıllardır gittiğim Kuşadası’nda iki haftadan uzun bir süre kalarak geçen tatil de bana çok çok keyif verdi. Kızımız Ada’nın sabahın altısında kalkmaları ve bütün gün hiç bitmek bilmeyen enerjisiyle bizi peşinden koşturması bile dünyanın en tatlı yorgunluğu oldu bizim için.
Kuşadası’nı seviyorum, bir kere “tiki” değil. Salak saçma zengin züppelerin gelmesiyle fiyatların uçuşa geçtiği Çeşme gibi değil örneğin. Bir plaja girişte otoparka 50 TL şezlong ve şemsiyeye 50 TL bir küçük şişe suya 10 TL vermek gibi manyaklıklar yapmanıza gerek yok. Yemek yemek için gideceğiniz restorana korkarak yaklaşmanıza da, fiyatlar gayet makul porsiyonlar tatmin edici. Güzelim Alaçatı’da bir kaşık makarnaya 40 - 50TL vermeniz hiç şaşırtıcı değildir mesela. Gidilecek görülecek hem kendi içinde hem de yakın çevresinde çok yer vardır Kuşadası’nda. Eskiden doğası da çok daha güzel olan Kuşadası ne yazık ki yanlış ellerde, yanlış yönetimlerle giderek bir taş yığını haline dönmekte ve bu da turist kaybına dolayısıyla gelişiminin güzelleşmesinin gerilemesine sebep olmakta.  Umarım birileri bu gidişe bir dur diyebilir bir gün.
Tatile gitmeden önce şehir fırsatı sitelerini gezip birkaç tane satın almıştık. Şehir fırsatı olayını çok seviyorum normalde hiç gitmeyi düşünmeyeceğiniz yerlere cazip fiyatlarla deneme amaçlı gidip bazen gidilecekler listesine güzel yerler ekleyebiliyorsunuz. Her fırsat bir macera oluyor ayrıca, özellikle bilinmedik yerlere giderken. Tatilimizin ilk günlerinde bu fırsatlardan birini kullandık ve Kuşadası Captain Beach Club'a kahvaltıya gittik. Konumu çok güzeldi ve ilk bakışta etkileyici görünüyordu. 

Ancak yaklaşıp inceleyince o kadar bakımsız ve eski görünüyordu ki ilk anda otursak mı oturmasak mı ciddi tereddütlerimiz oldu. Deniz kenarındaki iskelede şezlonglar, arkada yemek yenecek tesisin olduğu bölüm hepsi çok bakımsız ve eskiydi. Oturup şansımızı denemeye karar verdik ve şaşkınlıklardan şaşkınlık beğendik. Gelen kahvaltı o görünümde bir mekandan beklenmeyecek kadar zengin ve kaliteliydi, personel inanılmaz kibar ve sıcakkanlıydı, her şey tertemiz ve tazeydi, çalan müzikler çok çok güzeldi. Kahvaltı silinip süpürüldü.

Bütün gün denizden de faydalanma imkanımız vardı ancak ne yazık ki o şezlonglara öldürseler oturmazdım o yüzden sadece kahvaltı edip ayrıldık. İnsan madem böyle bir potansiyelin var şurayı daha bir albenili yapsana be kardeşim demeden edemiyor. Tekrar gider miyim? Yenilenirse kesinlikle evet.


Kuşadası limanına her gün bir iki tane devasa kruz gemisi yanaşır manzara çarpıcı ve görülmeye değer. Balayında bir kruz seyahati yapmış şanslılar olarak eşimle her gördüğümüz gemi için malum şarkıyı söyleriz. Ah o gemide biz de olsaydık! Umarım en kısa zamanda bebişimizle bir gemi yolculuğu daha yapabiliriz. Benim gibi stabilite sevmeyen insanlar için en uygun tatil şekli. Gece bir limanda yat gündüz başkasında kalk otel değiştirmeden çeşit çeşit şehir hatta ülke gez mükemmel...


Sabah kahvaltılarınıza değişik lezzetler katmak istiyorsanız mutlaka Kuşadası Yörük fırına gitmelisizin. Türlü çeşit puaçalar, börekler, sandviçler, kekler, kurabiyeler ve ekmekler. Hangi birini alıp deneyeceğinizi şaşıracaksınız.

Etobur bir aile olduğumuz için gittiğimiz yerlerde mutlaka Steak House ziyaretleri yaparız. Kuşadası’nda denediğimiz yer Ethçi By Kasap Ali. Mekanın isminde Türkçe sizlere ömür ama etler şahaneydi. Hız, servis, ilgi-alaka 10 numara. Fiyat muadillerine göre uygundu.


Evde yapılan mangal keyiflerinde denediğimiz güzel şaraplardan bazılarını da koymadan geçmek istemiyorum. Kırmızı şarap severler olarak denedikleriminiz bir çoğunu kendi zevkimize göre çok başarılı bulduk. Denediklerimiz genelde yabancı şaraplardı Türk şaraplarından maalesef hala tek favorim Urla Cabernet Sauvignon.



Bugünlük bu kadar Bölüm 2'de Bodrum'a yaptığımız günübirlik geziden kareler olacak. Bekleyin...
Enjoy!