Renkli cıvıl cıvıl bir yazı ile tatil postlarımı sonlandırıyorum. Şirince adı gibi şirin, çok küçük olmasına rağmen her yaz 3-4 kere gitsem bile sıkılmadığım bir cennetçik. Henüz hiç gidip görmediyseniz kesinlikle ölmeden önce yapılacaklar listenizde üst sıralara çekmelisiniz. Selçuk’tan girilen ve döne döne çıkılan bir dağ yolu ile ulaşılıyor. Burası sanki anneannemin özenle sakladığı sandığı gizlice açıp karıştırıyormuşum hissi veriyor bana. Loş şarap evleri, çeşit çeşit zeytin yağlarının reçellerin satıldığı stantlar, bin bir çeşit mis kokulu doğal sabunların satıldığı dükkanlar, her biri sanki annenizin mutfağı - evinizin bahçesiymiş gibi gelen samimi sıcak restoranlar, kendi yaptıkları el işlerini satan güzel gözlü kadınlar, bütün sokakları saran kokular saçan bahçelerinden topladıkları kekikler ve daha bir sürü çeşit baharatlar satan samimi erkekler.
Bütün gün hep aynı sokaklarda dolaşsam da asla sıkılmıyorum. Benim huzursuz ruhumu tek sıkan ise keşke biraz daha bakımlı, biraz daha düzenli olsa düşüncesi. Yurt dışında böyle bir yer eminim şu halinden bin kat daha çekici olurdu. En basitinden, zaten daracık olan sokaklara arabalarla girerek içerdeki otoparklara ulaşmak zorunda kalıyorsunuz ve o araba trafiği yayaları inanılmaz rahatsız ediyor. Keşke daha içeri girmeden araçların konacağı bir alan olsa ve içerde hiç araba sesi ve egzozu duyulmasa. Sokaklar çok güzel, doğal belki ama o kadar çakır çukur ki normal insanın yürümesi bile zorken oraya tekerlekli sandalyeyle ya da bebek arabasıyla gitmek çok büyük bir işkence. Asfalt döküp olayı bitirmesinler tabii ki ama biraz daha konforlu bir hale getirilebilir diye düşünüyorum. Aman ben de hep düşünüyorum yani bir kere de bırak olduğu gibi kabul et dimi yok olmaz rahatsızım rahatsız.
Aslında Şirince’de de bir şehir fırsatımız vardı ve onu kullanmaya gitmiştik adını bile hatırlamadığım bir yerde kahvaltı. Bak ben buna da sinir oluyorum. Mekana gittik nasıl bir potansiyel var görmeniz lazım yani diyorum benim böyle bir yerim olsa cennete çeviririm inanılmaz derecede bakımsız her şey eski püskü suratsız bir garson ya da sahibi bilmiyorum yani orada önümüze kuş sütü eksiksiz kahvaltı getirsen neye yarar. Hemen arkamıza bakmadan uzaklaştık tabii ki. Karnımız da zil çaldığından ilk girişte gözümüze çarpan albenili bir mekan olan Artemis’e gittik.
Çok güzel bir manzarası olan mekanda gelen kahvaltıyı kelimelerle anlatmam mümkün değil. iki kişi için neredeyse dört kişiyi tıka basa doyuracak bolluk ve çeşitlilikte enfes bir kahvaltı sofrası kuruldu. Ada geniş bahçesinde gezip kedi kovalarken biz de kahvaltımızın keyfini sürdük. İki kişi 50 tl verdik. İçerisinde bir de müzesi var Taş Mektep. Eskiden okul olan restoran binasında ufak tefek eşyalar sergileniyor.
Kahvaltı sonrası kendimizi yollara vurduk. Gerisini fotoğraflar anlatsın. Incık cıncık bir sürü şeyin satıldığı stantların arasında gezmek çok keyifli oldu.
Her sene zeytin yağı ve sakız reçeli aldığımız teyzemiz. Beyaz kavanozlar sakız reçeli sakız severler kaçırmamalı.
Ada'nın gözlerini kocaman kocaman açarak baktığı rengarenk dükkanlar. Ona da bir sürü basit oyuncak aldık bütün gün rahat ettik.
En sevdiğim yerler. Rengarenk, çeşit çeşit kokulu sabunlar kremler, banyo malzemeleri. sabırlı kocam sayesinde uzun uzun bakıp kendime eşe dosta bir sürü alışveriş yaptım.
Yemyeşil bir manzara.
Burası da her seferinde gittiğimiz Kaplankaya Şarap Evi. Çeşit çeşit meyvelerin şaraplarını önce deneyip sonra ister orada içebilirsiniz isterseniz evinize satın alabilirsiniz.
Deneme için size bu seti hazırlayıp getiriyorlar. Soldan sağa doğru içerseniz lezzetler daha bir güzel geliyormuş öyle diyorlar. Benim favorilerim kavun ve karadut.
Her biten tatil yeni gelecek tatilin habercisidir diyerek 2012 yazına veda ediyorum.
Enjoy!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder