DenizDeSevenler

31 Temmuz 2012 Salı

28 Black - Gün 28 Saat!

Hiçbir şeye karşı önyargılı olmamak gerek. Bunu bana bir kez daha hatırlatan bir deneme yaptım geçenlerde.
Enerji içeceklerini çok saçma buluyorum. Bünyeyi fütursuzca hırpalayıp, yorup ondan sonra da enerjim bitti içeyim şundan bir tane kendime geleyim demek tabiata ters. Yorulduysan dinleneceksin kimyasallarla enerji yüklenmek de neymiş. Bir de üstüne üstlük bunu alkolle karıştırarak almak hangi akla hizmettir. Etrafta bir çok enerji içeceği var birkaç tanesinin tadını merak ettiğim için birkaç yudumla denemiştim ama hepsi birbirine çok benzer ve benim zevkime hitap etmiyor. Bir kere inanılmaz yapay geliyor tatları. İçeriklerinde bir sürü yapaz malzemeden bahsediliyor ve üzerine yazmışlar alkolle karıştırmayın! niye ki böyle bir uyarı yapılmış demek ki var bir mokluk. Bu tarz düşüncelerden dolayı gittiğim yerlerde enerji içeceği asla içmem.
Bu durum geçenlerde bir kafede 28 Black tanıtımını görmemle değişti. Önyargılar gözlerimi kör etmiş daha önce fark edememişim.
Çok şık bir ambalaj ve çok güzel kırmızı bir renk aynı zaman da çok cazip bir slogan “Gün 28 Saat!”

Ben yaz insanıyım tamam sıcaklardan ara ara şikayet ediyorum (42°C insafsızca sınırlarımı zorluyor) ama soğuklardan, kardan, yağmurdan her allahın günü şikayet halindeyim. Kışın direkt depresyona giriyorum, ne yataktan çıkasım geliyor ne evden. Giyinmek bir dert soyunmak bir dert. Yazın öyle mi ya incecik bluz, şort, parmak arası terlik bitti gitti. Kışın saat beşte gün biterken yazın beşte yeni başlıyor aynen 28 Black sloganı gibi gün adeta 28 saat oluyor.
Ürünün orijinal ismi Schwarze Dose 28. İçeriğinde yapay boya ve katkı maddeleri yok. Ambalajın arkasından gördüğüm kadarıyla bol bol vitaminler, bitki özleri hatta koenzim Q10 (siz anladınız gençlik şeysi :P)
Temel malzeme Acai üzümü (asai diye okunuyor) rengin güzelliği de oradan geliyor. Acai üzümü ile ilgi kısa bir bilgi de burada. En temel özelliği antioksidan deposu olması, omega 6 ve omega 9 yağ asitlerini içeren nadir bir meyve.

28 Black ambalajında alkolle almayınız gibi kıllandıran bir ifade yok tam tersine alkollü kokteyllerde kullanılabilen bir içecek. Tek başına da mükemmel gazlı ve çok serinletici mayhoş bir tadı var. Bol buzla servis edildiğinde çok güzel oluyor.
Sitesi de çok şık buradan inceleyebilirsiniz. Bir de 28 White varmış o da düşük kalorili versiyonu. Siyahın hedef kitlesi erkek, beyazın ki kadın (ay çok ayıp baaayan diyecektim) gibi geldi bana ama ikisi de çok şık tasarımlar.
Sadece küçücük bir kusuru var ben İzmir’de hiçbir markette bulamıyorum!!! Online alışveriş diyor Türkiye sitesinde orada da Almanya ve Avustralya mağazalarına link vermiş burasını anlayamadım. İz peşindeyim bilen varsa yardımcı olsun kasa kasa almak istiyorum.
Bunlar da ürünün benim çektiğim fotoğrafları.


Enjoy!

30 Temmuz 2012 Pazartesi

Özsüt Yoğurt - Sarımsaklasakta mı saklasak?

Artık sarımsaklı olup olmadığının bir önemi yok zira türlü çeşit yapay katkı maddesi ve antibiyotik imdada yetişmiş durumda ve yoğurtların bozulması sorunu kökten çözülmüş vaziyette.
Al yoğurdu koy dolaba unut, üstünden aylar geçsin aç bak oh taş gibi hatta yıllandıkça güzelleşiyorlar deniyor, bir iddiaya göre yakında yoğurt mahzenleri kurulacakmış. Fena da olmaz yani gelir dağılımında en yüksek payı alan günümüzün konsantre imanlı kesiminin de özel günlerde birbirlerine yıllanmış şarap veremeyeceği düşünülürse yıllanmış ayranın pek bir itibar göreceği kanaatindeyim.
İşin ciddi boyutuna gelirsek, bazı şeyler nasılda sessiz ve sinsice değişiyor hayatımızda. Şöyle bir geri çekilip dışardan bakmazsak yani aile arkadaş toplantılarında, memleketi kurtarma sohbetlerinde eskiden diye başlayan cümleler kurmazsak fark etmiyoruz bile. Eskiden “git bakkaldan bir ekmek bir de yoğurt al” diye bir kavram yoktu, en azından bizim ailede yoktu, bizde “ git bakkaldan bir ekmek bir de şu kazanın içine 3 lt süt al gel” vardı. Annem ya da anneannem o sütleri kaynatır (öyle pastörizasyon diye bir şey de yoktu) içine önceki yaptığı yoğurtan koyar pazen kumaşından bezlere sarar bekletirler sonrasında mis gibi tadına doyulmaz yoğurtlar yerdik. Sonrasında ne oldu, nasıl oldu, ne zaman oldu hiç hatırlamıyorum evde yoğurt yapılmaz oldu, artık hep dışardan yoğurt alınır oldu. Bunu hatırlayan varsa bana da hatırlatsın bir zahmet çünkü bende tamamen silik ilk evimize ambalajlı yoğurt ne zaman girmişti acaba? O kadar normalleştiki artık dışardan yoğurt almak, evde yoğurt yapmanın bahsi bile geçmez oldu bizde. Ne zaman ki kızım Ada doğdu ve yoğurt yedirme zamanı geldi biz de silkelenip kendimize geldik. Doktorumuz öyle kuralcı takıntılı bir insan olmamasına rağmen “evde kendiniz yaparsanız daha iyi olur tabii” diyerek bitirdi cümlesini. Onun cümlesi bitti de benim kafamda binlerce cümle başladı. Şahsen ben hayatımda yoğurt yapmamıştım doğal olarak beni bir telaş aldı nasıl yapılır, nerde yapılır, hangi sütle yapılır, ne kadar süte ne kadar yoğurt, kaç derece, kaç saat vıdı vıdı vıdı. Sonra ben kendime kısa bir cevap verip rahatladım “aman canım ne korkuyorum ki sorarım anneme o eskiden devamlı yapıyordu anlatır hatta gösterir mis gibi yaparız.” Eve gelip anneme müjdeyi verdim mis gibi ev yoğurdu yapılacak hünerlerini gösterme zamanıdır diyerek, ben sanıyorum annem mutlu olacak, oh ne güzel tabii herşeyin doğalı makbuldür ben size de kendim yapardım zaten hem de pek güzel yaparım ben, dur sen şurada ben hem anlatıyım hem gösteriyim diyecek nerde, annemde on karış surat endişeli bakışlar demez mi “nerden bileyim nasıl yapılıyordu yoğurt yıllardır yapmıyorum kalmadı ki aklımda” buyrun cenaze namazına. Benim elli annemin de bir on-onbeş başarısız denemesinden sonra neticede evde yoğurt yapmayı becermiş ve öğrenmiş bulunuyoruz. Çok da güzel oluyor.
Gönül ister ki hep evde kendi yapıtığımız yoğurdu yiyelim ama günümüz şartlarında bunun mümkün olmadığı durumlar da olabiliyor bu durumda da benim tek hedefim en doğal olan hazır yoğurdu bulmak. Genelde güvenilirliği kanıtlanmış bilindik markaları tercih ediyorum.
Üzgünüm ama haberlerde çıkan sahte bal, tavuk ayaklı sucuk haberlerine konu olan normalde 10 tl ye satılan şeyi 1 tl ye satabilen! abuk sabuk markaları evinize sokarsanız başınıza geleceklere de pek şaşırmamanız gerekiyor. Dün yine gazetede vardı bilmem kaç tane su markası uygun bulunmadığı için ceza almış, merakla bakıyor insan acaba aldığım suyun markası da listede var mıdır diye hayatımda duymadığım isimler Sarı Çizmeli Mehmet Ağa arka bahçesinde kuyu kazmış, su çekmiş, basmış bidona, koymuş bir isim Zört Su satmış damacanası 1.5 tl’ye. Şimdi diyeceksiniz nerede bu devlet, niye denetlemiyor! Sen kendi kendini denetleyebildin mi, mesela bir yerlere "kardeşim A firması suyun damacanasını 5 tl ye satarken böyle bir marka var 1.5 tl’ye satıyor güvenli midir alalım mı" diye sordun mu, benim suya verecek 5 tl'yi hesaplamam gerekiyor, etin kilosuna 50 tl değil ancak 10 tl verebiliyorum, balın ancak kilosu 3 tl olanını alabiliyorum evde 3 çocuk canları et ister, bal ister ne yapayım diyeceğine ben kendimi denetleyim de bir çocuk yapayım kimsenin dolduruşuna gelmeyeyim dedin mi? NOKTA
Geçen gün yeni bir yoğurt keşfettim. Zaten tatlılarıyla dilimizin damağımızın en nadide yerine taht kurmuş güzel İzmir’imin güzel markası Özsüt yoğurt işine de el atmış daha doğrusu tekrardan el atmış özüne dönmüş. Tatlıları, yemekleri hep çok başarılı olan bu markanın yoğurdunu da çok büyük bir umutla aldım. Sonuç mu? Tabii ki 10 numara.
Anlatmayı dıştan içe doğru yapacağım. Ambalajını çok beğendim bence tüm yoğurt ambalajlarından farklı, özgün ve Özsüt markasına çok yakışmış. Genelde peynir, süt ve yoğurt ambalajlarında benimsenen, mavi, yeşil, beyaz, pembe renklerden çok farklı. Hem eğlenceli hem de kahverengi rengiyle yine tatlılarını da çağrıştırıyor. Buzdolabında çok dikkat çekici duruyor.


Kapağını açtığımda direkt yoğurda ulaşacağımı sanmıştım çünkü dıştan bakınca yoğurt görünüyor ancak üzeri ikinci bir şeffaf naylonla kaplıydı. Bunu da başka markalarda gördüğümü sanmıyorum. Genelde ya plastik kapaktan sonra direkt yoğurda ulaşılır ya da içi görünmeyen bir naylonla kaplandığı için satın alırken yoğurt görünmez. Bu da çok güzel olmuş bana kalırsa.

Yoğurdun üstünde sarı kalın bir kaymak tabakası var. Şahsen ben kaymaklı yoğurt alırım daha lezzetli oluyor ama kaymağını sevmem o yüzden pek ilgimi çekmedi ancak babam çok sever ve o kısmını ona ayırdık ve bayılarak yedi. Kaymağın altında oldukça yağlı, yoğun ve lezzetli bir yoğurt var. Bence lezzeti diğer yoğurtlardan daha farklı daha çok ağızda kalıyor kullandıkları sütle alakalı olduğunu düşünüyorum. Ben Özsüt’ün sütlü tatlılarını da çok farklı ve güzel buluyorum.




Özsüt'ün sitesi burada. Yoğurtla ilgil detaylı bilgiye ulaşabilirsiniz. 1 kg yoğurt fiyatı 4.75 TL. Şu anda tüm Ege bölgesi Migros ve Tansaşlar’da. Umarım tüm Türkiye’ye de en kısa sürede ulaştırıp herkesin bu güzel lezzeti tatmalarına olanak sağlarlar.  
Enjoy!


28 Temmuz 2012 Cumartesi

Pilates Reformer / Atletico Spor Salonu - Nefes aalll ve veeerrr! Çek karnını içine çek çek çeeek!

Bugün Cumartesi iş yok güç yok, hava güzel. Gerine gerine yataktan kalktınız yapacak acil işiniz gücünüz de yok şöyle keyifli uzuun bir kahvaltı sucuklar, yumurtalar, boyozlar, ballar, reçeller hımmm. Tam mutfağın yolunu tutacakken aynada kendinizi gördünüz o da ne! O bir göbek mi, yoksa zombi oldunuz kafanızı 180° döndürebiliyorsunuz ve şu anda poponuza mı bakıyorsunuz. Ovuşturun gözleri ovuş ovuş ovuş... Yoo gayet sağlıklı bir insansınız, hayattasınız ve kocaman bir göbeğiniz var. Yok canım daha neler en son bıraktığınızda filintaydınız aynada bi arıza var kesin siz en iyisi tartılın. Öheee tam 5 kilo almışsınızzz!! Ne münasebetle tartının ayarı kaçmıştır.
Ah canlarııımm isterseniz elli kere aynaya bakın yüz elli kere tartılın toplayın çıkarın çarpın bölün sağlamasını sollamasını yapın gerçek kabak gibi önünüzde, ayva gibi demek isterdim ama kabak hatta bal kabağı gibi kocaman, büklüm büklüm.  

Hayatım boyunca şişman bir insan olmadım. Boyum 1.55 (Hiç gülmeyin dünyanın en ünlü insanları hep bu boylarda ayrıca çok sevdiğim bir söz vardır “Good things served in small sizes.” Türkçesi “Bodur tavuk her dem piliç” Aaa üzülmeyin canım hayat şansı işte :)) lisede 45 kg üniversitede 48 kg yüksek lisansta 50 kg evlenirken tekrar 48 kg, 3 yıllık evlilik sonunda 56 kg şeklinde bir seyir izledim. Sonra hamile kaldım 56 kg ile, ilk yedi ay 12 kg civarında insan gibi kilo aldım son aylarda annem gelip bana bakmaya başlayınca (ama ne bakmak ellerine sağlık annoşum) iki ayda 8 kg daha alıp toplamda 20 kg alarak 76 kg ile manda gibi doğuma girdim. Doğumdan sonraki iki hafta içinde 66 kg ya indim sonra ki 10 kg’yu da 10 haftada verdim gitti. Yazıda burada bittii... Demek isterdim ama tabii ki hayat sadece TV deki android hatunlara güzel, ben doğumdan bir yıl geçmiş olmasına rağmen hala 66 kg ile ortada löpür löpür geziyordum. Bu arada şöyle yazılar okuyorum devamlı “efenim doğumdan sonraki ilk bir yıl içinde tüm kilolar verilir özellikle emziren kadınlar çok daha hızlı kilo verirler metabolizmaları normalden fazla çalışır vıdı vıdı vıdı” tabii ben istisnai, nadide, müstesna, şahsına münhasır, özel bir insanım ki 10 ay neredeyse hiç başka bir şey vermeden lökür lökür emzirmiş olmama rağmen bir gr bile vermedim.
1.55 boyunda 66 kg nasıl bir şey size gerçekten örneklerle anlatmak isterdim ama sitenin +18 olmamasından kaynaklı yapamıyorum. Korkunç demekle yetiniyorum. Bütün vücudu selülitler basmış, bilumum çıkıntı yapma potansiyeli olan bölgeler birbirlerinin içine girmiş kanka kıvamında, bacaklar arasından ışık geçmez olmuş rezillik paçadan yağ olup akıyor yani.
Bu arada ben de bir mide gelişmiş içerde vücut geliştiricilere taş çıkaran şovlar yapıyor tahminimce çünkü ben bir oturuşta bir bütün pastayı yiyebilecek hallerdeyim. Hayatım boyunca hiç diyet yapmamış bir insan da olduğum için bir yandan panik halde ne yapacağımı düşünüp bir yandan da yiyorum.
En sonunda bu durum beni ve dolayısıyla etrafımdakileri kafi miktarda gerip canlara tak ettikten sonra bir diyetisyene gitmeye karar verdim.
İzmir Bostanlı’daki Limosdiyet'e karar verdim. Sitesine ve iletişim bilgilerine buradan ulaşılabilir. Diyetisyen Sedef Hanım eşimin de eski okul arkadaşıymış. Çok pozitif, çok sakin, çok yardımsever ve de çook zayıf bir insan :). İlk gün gerekli kontroller, tahliller, sohbet ile durum değerlendirmesi yapıldıktan sonra emzirdiğim için buna uygun bir diyet programı ile başladık. Ben inanılmaz derecede inançsız bir şekilde başladım çünkü daha önce hiç diyet yapmamıştım ve irademe hiç güvenmiyordum. Neticede her hafta kontroller, diyet listesinde düzenlemeler, ahlar ohhlar pufflar (aman canım korkmayın gerçekten çok kolay oldu diyete uymak) derken ben 66 kg'dan 62 kg'a iki ayda indim. Tabii ki çok hızlı bir düşüş değildi çünkü hem emzirdiğim için kalorisi yüksek bir diyet yapıyordum hem de tembellikten hiç spor yapmıyordum.
Mart ayında diyetisyenimin ısrarları, baharın gelmesi ve benim zaten spor yapma isteğim birleşince bir spor merkezi aramaya giriştim. Eşim de benimle beraber bir hamilelik geçirdiği için! o da kilo almış ve aynı şekilde spor ve diyet olayına girmişti. Bu durumda ikimize uygun bir yer bulmamız gerekiyordu çünkü ben inatla Pilates yapmak istiyordum. Hem de öyle grupla yapılan Mat Pilates denen şeyden değil birebir eğitmenle çalışılan ve tüm pilates çeşitleri arasında en hızlı  etkisi görülen Pilates Reformer. İzmir ne yazık ki bu tip konularda alternatif sıkıntısı çekilen bir şehir. Doğru düzgün gidilebilecek yaşadığımız yere yakın bir kaç alternatif var onların da kimisi akıl almaz derecede pahalı, kimisinde spor çeşitliliği az. Arayışlarımız sonunda tam içimize sinen salonu bulduk.
Atletico Spor Salonu, biz gittiğimizde daha bir kaç aylık bir salondu her şey yepyeni pırıl pırıldı, hala da öyle çünkü çok iyi bakılıyor. Çalışanlar çok sıcakkanlı ve ilgili, eğitmenlerini çok seviyoruz. Her türlü spor aktivitesini yapabileceğiniz alana ve ekipmana sahipler ve her geçen gün de kendilerini geliştiriyorlar. Sitelerinden yapılan aktiviteleri görmeniz mümkün. Ayrıca sauna, masaj salonu gibi ek hizmetleri de mevcut. Soyunma odaları ve duşlar çok rahat ve hijyenik. Ben isteklerim doğrultusunda Pilates Reformer ve Spinning yapmaya başladım. Tabii ki her profesyonel salonda olduğu gibi öncesinde her türlü ölçümleriniz yapılıyor ve kaydediliyor sonrasında da düzenli gelişim takibi amaçlı ölçümler yapılıyor. Spor programınızı da eğitmenler birebir istekleriniz, gözlemleri ve bu ölçümler doğrultusunda hazırlayıp yakinen takip ediyorlar. Sayfasına buradan ulaşabilirsiniz ilgilenenlerin fotoğraflarını ve programlarını incelemesini hatta gidip gözle görmelerini tavsiye ederim.


Pilates reformer ile ilgili buradan detaylı bilgi vermeyi düşünmüyorum Google’da yazıp derya deniz bilgiye ulaşabilirsiniz. Ben yalnızca şunu söylemek istiyorum etkileri ile ilgili yazılan ve “yok canım daha neler” diyeceğiniz (ben demiştim) her şey doğru. Yani bilmem kaç seansta şu olur bilmem kaç seansta bu olur diyorlar ya işte aynen doğru. Tabii ki diyetinize dikkat ediyorsanız. Ben haftada iki gün pilates iki gün de spinning yapıyorum. Yaz itibariyle biraz değişti ama genelde böyle. 62.8 kilo ile başladığım spor sonrası diyete de devam ederek şu anda 55.8 kg olmuş durumdayım ve eski 56 kg hallerimden çok daha ince ve düzgün bir vücudum var. Kas ve iskelet yapımda gözle görülür, hissedilir inanılmaz bir gelişme oldu. Reformer aletine ilk çıktığım günü hatırlıyorum hala Çağlar hoca ile konuşup gülüyoruz. Şu anda acaba reformer eğitmenliği için sertifika mı alsam diye şakalaşır olduk. Benim geçirdiğim süre ne kadar mı sadece 4.5 ay. Reformer kesinlikle korkulduğu gibi zor bir spor değil ben o aleti ilk gördüğümde kesinlikle yapamam demiştim ama kısa bir sürede çok ciddi ilerleme kaydediliyor. 45 dk'lık seansın nasıl başlayıp nasıl bittiğini anlamıyorsunuz bence çok eğlenceli çünkü o aletle yapılabilecek bir çok hareket çeşidi var ve her seans farklı kombinasyonlar yapılıyor. İlk zamanlar eğitmen beni yönlendiriyordu şimdi ben ona bugün biraz kol arkası biraz bacak çalışalım diyerek nerelerimin daha çok şekillenmesini istiyorsam söylüyorum. Beni en çok cezbeden ve motivasyonumu kat kat artıran yanı da gözle görülür sonuçlar için aylar değil sadece birkaç hafta geçmesi yeterli.

Düşünenler için Atletico da 20 dk'lık deneme antrenmanı yaptırıyorlar mutlaka katılmanızı tavsiye ederim. Atletico’ya ulaşım da çok kolay  Çiğli metro istasyonunun hemen karşısında.

Enjoy!

27 Temmuz 2012 Cuma

Bioderma Sebium Pore Refiner - Parlamak ya da Parlamamak İşte Benim Meselem Bu!

“Ne var canım bunda mesele yapacak” diyebilirsiniz ne de olsa herşeyin parlak olanı makbuldür. Mücevherin en parlak olanını almak isteriz, göz makyajının en parlak olanını yaptırırız, bir yıldız gibi parlamak herkesin hayalidir, hiç olmadı düğünlerde en parıltılı kıyafeti giyip pistin ortasında koca göbeğimizi sallayıp bütün gece göz kamaştırırız. Tamam o zaman sorun ne? Sorun herşey ve her yerimiz parıldasın ama T-bölgemiz parlamasın da isteriz yaaa. Hiçbir yerimiz de o T-bölgesi kadar parlamaz, bir yeni çıkan Xenon farlar bir de T-bölgeleri gözleri kör eder alimallah fazla uzun süre bakmamalı.  
Ben yıllarca bu soruna çözüm aradım. Matlaştırıcı tonikler denedim olmadı, pudralar denedim kalmadı, kremler denedim yaramadı. En sonunda pes edip napalım canım herkesin pırlanta kolyesi var benim de şıkır şıkır T-bölgem var diyip kabullenme moduna geçtim. Tabii ki Deniz’in denemeleri biter mi bitmez her gittiğim yerde gördüğüm kremleri pudraları denemeye devam ettim. Bu kadar çabam takdir edilmeseydi evrene okkalı bir sitem yollardım ama tam düşündüğüm gibi ilahi adalet beni de ödüllendirdi ve karşıma bu muhteşem ürünü çıkardı.
Bioderma Sebium Pore Refiner. Canım, evde bir tane, çantamda bir tane elimi attığım her yerde bir tane hayatımda hiç bir kozmetik ürününü bu kadar sevip bu kadar çok tüketmedim ben. Aslında Blog’umun ilk yazısını da o hak ediyordu ama assolistler geç çıkar diyip gönlünü aldım ben merak etmeyin.

Birazdan göreceğiniz fotoğraflardan sonra internet satş sitelerinde ve eczanelerde oluşacak kuyruklardan dolayı yetkilileri şimdiden uyarmak istiyorum. Ama altını çizerek yazıyorum ki; Sevgili hanımlar ve beyler burada yazdığım tüm ürünlerle ilgili bilgiler benim kendi cildimdeki deneyimlerimin sonucudur. Her ürün her ciltte aynı şekilde çalışmayabilir, bu ürünlerin içeriğindeki herhangi bir maddeye karşı allerjik reaksiyon gösterme ihtimaliniz olabilir o yüzden lütfen burada yazılanlara güvenip hiç denemeden ürün satın almayın. Cildinizde mutlaka deneyin bir sorun oluyor mu, siz de nasıl bir etki yaratıyor görün. Bu çizgili yazıdan sonra konumuza gönül rahatlığıyla devam edebiliriz herkes ne yapacağını biliyor.
30ml’lik kendisi ufak ama işlevi büyük bir ürün. Bioderma Sebium serisinden. Aslında amacı ciltteki gözenekleri sıkıştırıp daha pürüzsüz bir cilt yaratmak ve bunu da çok başarılı bir şekilde gerçekleştiriyor ancak bunun yanı sıra muhteşem bir matlaştırma özelliğine sahip. Cildinizi uygun bir temizleyici ile temizleyip, tonikledikten sonra ister nemlendirici ister güneş kreminizi sürüp en üste de bundan uygun bir miktar yani ne çok az ne çok fazla olacak şekilde sürüyorunuz. Ama tüm yüze değil bölgesel kullanıyorsunuz, geniş gözenek ve parlama sorunu yaşadığınız T-bölgesi, burun üstü gibi. Sürüp emilmesini ve iyice kurumasını bekliyorsunuz ki bu da birkaç saniye sürüyor, geriye kadife gibi bir his, mat çok daha pürüzsüz bir cilt kalıyor. Gerçekten ciltteki his çok hoş oluyor. Üzerine istediğiniz gibi makyaj yapabilirsiniz ya da bu sıcaklarda kendi cildinizin hafifliğini yaşayabilirsiniz.
Ben genelde deneyip bildiğim kozmetik ürünlerini daha doğrusu dermokozmetik ürünlerini internetten alıyorum. Devamlı alışveriş yaptığım site ise Onlineeczanem.com. Bir kere ürün çeşitliliği açısından rakiplerinin çok önünde diye düşünüyorum. Kampanyaları çok cazip. Kargolama çok hızlı ve ürünler çok sağlıklı bir şekilde ulaşıyor. Ayrıca tanıtıcı testerlar ve broşürler de çok güzel oluyor. Siteye buradan ulaşabilirsiniz. Ürün, 500 ml Sebium Foaming Gel hediyeli olarak an itibariyle 52,36 TL den satılıyor. Çok az miktarlar kullanıldığı için 30ml uzun bir süre idare ediyor beni. Yanındaki temizleme jelinin de hem kocaman hem de çok başarılı olduğunu söylemeden geçemeyeceğim özellikle yağlı karma ciltler için ideal. Buradan satın alabilirsiniz. Biodermanın diğer ürünlerini incelemek için sitesine buradan ulaşabilirsiniz. Ben hem kendime hem 16 aylık kızım Ada’ya bioderma ürünlerini kullanıyorum ve çok başarılı buluyorum. Diğer ürünlerden de bahsedeceğim yazılarım gelecek.
Gelelim yazının ne  önemli kısmına fotoğraflar. Ben bu fotoğraf çekme konusunda çok beceriksizim sanıyorum. Dün akşam bir oje çekeyim dedim beceremedim nasıl yapıyor usta bloggerlar bilmiyorum renkleri falan hiiç benzetemedim. Bu ürünün de yüzümde performansını fotoğraflara yansıtamadım ben de elimin üzerinde bir çalışma yaptım. Bence çok başarılı oldu işlevini anlatma açısından ama umarım sizin de işinize yarar.


İlk resimde elimin üzerine 50 SPF güneş kremimi uyguladım. Yüzüm için kullandığım kremim. Yapısı ve işlevi gereği cilde parlak ve yağlı bir his veriyor. Hemen ardından öyle çok uzun beklemeden ki günlük kullanımda da aynı şekilde yapıyorum cildime güneş kremimi sürüp yedirip hemen pore refiner sürüyorum. Elimde de aynısını yaptım ve pore refiner uyguladım. Sonuç bu şekilde. Gayet mat ve pürüzsüz. Emin olun hiçbir fotoğraf hilesi yok cep telefonumla banyo ışığı altında çekilmiş basit bir fotoğraf.
Lütfen bu ürünle ilgili deneyimleriniz olursa paylaşın. Genelde blog sayfalarında bu ürüne rastlamadığım için diğer kullanıcıların görüşlerini çok merak ediyorum.

Enjoy!

26 Temmuz 2012 Perşembe

Panasonic ES-WD92-P ISLAK (KÖPÜKLÜ) / KURU Epilatör - Kıldan Tüyden Muhabbetler

Ne çok şeye gıcığım ben bu hayatta bu blog sayfasını açmaya karar verdiğimden beridir bunu fark ettim. Aklıma devamlı gıcık olduğum şeyler geliyor yazmak için.
Bugün ki gıcıklığım kıllara. Yani kılında çok çeşidi var tabii insan kılığında kıllara daha çok gıcık oluyorum elbet ama oralara girmeyelim çıkamam. Höööfff... bak deriiin bir nefes çektim bile anılar canlanıyor gözümde.
Efendim ben insan vücudundaki saç, kaş ve kirpik harici her türlü kıla gıcığım. Buzul çağının üstünden milyonlarca yıl geçmiş, evrim olmuş, artık ağaç tepelerinde yaşamıyoruz soğuktan korunmak gibi bi derdimiz kalmamış  bu kılların amacı nedir? Zaten her gün yolunuyoruz koruyacakları birşey varsa onu da yapamıyorlar neden bu kadar zaman geçmişken 20 yaş dişleri bile tedavülden kalkıyorken bu kıllar hala azimle ve inatla her türlü teknolojiye göğüs gere gere durdurulamaz yükselişlerini sürdürüyorlar niyeeee.  
Teknolojiyi seviyorum bir sürü faideli ürün var etrafta ama hala hayallerimin ikilisi yapılamadı. İlki tabii ki ışınlanma. İkincisi de; böyle diyorum solaryum cihazları gibi birşey olsa, kadınlar için burnun hemen altından itibaren, erkeklerde tercihe bağlı J içine girsen kıl yoğunluğuna göre ayarları olsa az kıllılar için min., orta kıl yoğunluğu için med., çok kıllılar için max.,  apoletliler (bkz resim 1) için ultra max. İçinde böyle yarım saat bir saat apoletliler için 5 saat! kalsan, çıktığında gaymak kibin olsan kıllara da sonsuza dek elveda desen yemin ediyorum bedelli askerlikten sonra en çok kredi alınan konu olurdu trilyon olsa yaptırırdım.
Resim 1
Tabii bu kadar sevmediğim birşey olmasından dolayı zırt pırt yolunma modundayım. Kışın hadi neyse kör topal bir şekilde hallediyoruz da yazın işler feci. Evde bakıyosun herşey yolunda bacaklar on numara Afyon Beyazı, plaja bir gidiyorsun o parlak güneşin altında el değmemiş amazon ormanı, alla allaa daha iki gün önce yolmadım mı len ben bunları! Delir delir dur.
Bu kıldan tüyden kurtulmak için yapmadığım şey kalmadı diyebilirim. Önceleri şekerli ağda yaptırıyordum berbat birşey hiç tavsiye etmem eskiler nasıl yapıyormuş anlamıyorum. Bir yere elli kere yapıştır çek bana mısın demiyor canavarlar. Sonra sir ağdayı keşfettim allahım o ne rahatlıktır. Fırt tek seferde tertemiz. Hem kılları da epey azaltıyor. Ama ben kıllı ve kıl bir insan olduğumdan öyle her yere gidip yaptıramıyorum bu işi, kendim zaten yeteneksiz hayatımda bir kere kendime yapmayı denedim şu pratik ağda bantlarından yok o zamanlar bildiğin ısıtıp eritmeli ağdalardan aldım bir kutu bacağımın en kabak gibi ortada kısmına sürdüm makul bir miktar veee.......sessizlik evet aynen o gün de böyle bir sessizlik oldu, çünkü geri çekemedim. Orasından tutuyorum olmuyor, burasından deniyorum gelmiyor canım yanacak korkusuyla bir türlü çekemedim sonra yıkayarak kurtuldum ağdadan ve aynen güzellik merkezinin yolunu tuttum bir daha da teşebbüs etmedim. Tabii yazın tatillerde nerde nasıl halledilecek bu iş diye gerim gerim geriliyorum. Elektrikli epilatörleri de özellikle yaz sıcaklarında hiç pratik bulmuyorum her yerinden ter fışkırırken kullanılamıyor. Bir ara da lazer epilasyona gittim güya her cilt renginde her tür kılda %100 garantili sonuç veriyormuş. YALAAANNNN ya da ben dünyanın işe yaramayan tek cilt ve kıl tipine sahibim. Neticede başarısız birkaç seans sonunda para bayılmayı kestim.
Geçenlerde alışveriş sitelerinde gezerken nerden yolum düştüyse epilatörlerin olduğu bölüme girdim ben epilatörlerle olan ilişkimi keseli beri dünya yerinde saymamış bacılar emmiler neler çıkmış neler. Kordonsuz çalışanını mı istersin, ıslak kuru çalışanını mı. Gözlerim büyüdü resmen hemen incelemelere yorumlara daldım.  Birkaç saatlik okuma ve şaşılaşma sonucunda ta taaaaaa işte bu bebeği alıverdim. ES-WD92-P ISLAK (KÖPÜKLÜ) / KURU Epilatör


Alışverişi yaptığım site hepsiburada.com. Zaten çok sık alışveriş yaptığım ve beğendiğim bir site şimdiye kadar hiç sorun yaşamadım. Çok hızlı ve güzel bir paket içinde elime geçti.
Epilatör tek kelimeyle mükemmel.  6 aparattan oluşuyor. Kol ve bacaklar için standart başlık, yeni başlayanlar için başlık, hassas ciltler için başlık, bikini bölgesi ve koltuk altı için dar başlık, ayak törpü başlığı, tüyleri kısaltmak için traş başlığı. Şık bir çantası ve şarj aleti var.  Kablosuz kullanılıyor ister ıslak ister kuru ister köpüklü kullanılabiliyor. Şu sıcaklarda banyoya girip akan duşun altında aletin üstüne bir miktar duş jeli sıkıp çalıştırıyorsun başlıyor köpürmeye sonra da işleme başlıyorsun. İnanılmaz rahat ve acı hissi çok az, ki ben standart başlığı kullanıyorum. Hassas ve yeni başlayanlar için olan başlıklarda çok daha acısız olacağını düşünüyorum. 48 cımbız teknolojisine sahip araştırmalarımda karşıma bundan daha yükseği çıkmadı. Bu da en kısa tüyleri bile başarıyla alıyor demek dolayısıyla tüyler daha geç çıkıyor. Gerçekten denedim doğru. Cihaz kablosuz kullanılıyor dolayısıyla şarj yeterli gelir mi diye bir soru işareti olabilir. 30 dk da şarj ediliyor ve denilene göre 40 dk dayanıyor ben saat tutmadım ama tüm bacak iki üç sefer geçerek ve koltuk altı ince ince uğraşarak epilasyon yaptım alet hala canavar gibi çalışıyordu.
Ürünle ilgili detaylı bilgiye buradan, satın almak isterseniz hepsiburada.com’daki sayfaya buradan ulaşabilirsiniz. Başka birçok yerden de alım yapılabilir tabii ki tercih sizin.
Şahsen ben yaz tatili kabusundan kurtuldum darısı tüm kıldaşlarımın başına...

Enjoy!

25 Temmuz 2012 Çarşamba

Bir tatlı kahve molası

Geel vatandaş kampanyaya geeaaallll. Bir post okuyana ikincisi bedavaaa :)
Bu da size bugünkü bonus postum.
İşyerinde en sevdiğim şey kahve içmek. Özellikle ofisimin kahve kokusuyla dolmasını çok seviyorum. Kendimi deniz kenarında bir kahve evinde gibi hissetmeme mikron boyutunda bile olsa katkısı oluyor. Tabii ki kahveyi yalnız başına içmeyi tercih etmiyorum çünkü şekersiz ve sütsüz içiyorum buram buram kahvenin tadını alarak. En güzeli çikolata ile kahve ya da dışı çikolata kaplı lokumla ya da sakızlı çifte kavrulmuş Kızlarağası Hanı kahvecilerinin lokumuyla ya da Eti Kakaolu bisküviyle ya da....................... :)
Yeni keşfim budur.

Ikeaaa evimizin herşeyiii :) Ikea marketinden aldım, aslında ben bunu diyet bisküvi sanmıştım alırken üzerinde Ca 60 kakor diye birşey yazıyor ben de oohh süper paketi 60 kaloriymiş bacım at sepete at at diyip alıvermiştim. Eve gelip detaylı bakınca anladım ki o bir pakette 60 tane bisküvi var demekmiş :)))))) 100 gr da 480 kalori varmış. Ama kutunun tamamı 300 gr ve içinde 120 tane var yani yuh hepsini bir seferde yemeyelim değil mi hanımlar beyler.
Neyse efenim Annas denen markayı Stokholm’lü iki kızkardeş kurmuş. Gelişmiş gelişmiş dünya çapında ithalatı olan bir firma olmuş. Markanın sitesi burada. İngilizcesini tavsiye ederim ben böyle garip bir dil görmedim. Tarif çok gizliymiş. İçeriğinde tarçın, zencefil ve karanfil varmış. Zaten çok net anlaşılıyor yerken bu malzemeler. Lezzete gelelim bence çok güzel portakallı oluşumları da çok sevdiğim için beğendim. Kendisi incecik cips kıvamında asıl adı da Anna’s Thins zaten ve de çıtır çıtır yemesi çok zevkli. 2-3 taneyle durabiliyorum tadı yerinde çünkü. Bir paketi an itibariyle 8.95TL
Hımmm kahvemin kokusu ofisimi sardı bile...

Enjoy!

Rexona – Shower Clean

Koku benim için başlı başına bir olay. İnanılmaz hassas bir burnum vardır. Annemin tabiriyle tazı gibiyimdir J aslında güzel ve yararlı bir özellik olabiliyor, örneğin burnumla anneme çeşnici başılık yaptığım çok olmuştur. Deniiiizzz gel bak bakalım bu yemek bozulmuş mu? Bozulmamışsa neyse de bozulmuşsa vay başıma gelenler L Tamam aile sağlığımı burnumla koruyor olmak güzel ama bunun bir de toplu taşıma araçlarında yapılan yolculuklar, sinemada dip dibe oturmalar versiyonları var ki işte hayatımın en zorlu yanı. Murphy kuralları gereği  50ml’si 400TL olan parfümünden tertemiz tenine makul miktarda sıkıp misler gibi kokan bir kadın ya da erkek asla benim yanıma denk gelmez. Bana genelde bir gece önce akşamdan kalmış sabah banyonun önünden bile geçmemiş bütün gün 40°C de yollarda debelenmiş ve akşama da ohh  gidip bir film izleyim diye tam isabetli karar vermiş tipler gelir. Bu sebeple asla konusunu anlamadığım kaç film izlemişimdir kimbilir, çünkü filmin ilk 10 dakikası içinde bayılıyorum J

Bu kadar koku hassasiyeti olan bir insan olarak güzel kokan herşeye de çok düşkünüm. Asla bir tane parfümle yaşayamam mesela, ikizler olmanın da etkisiyle ruh halime göre çeşit çeşit kokular kullanırım. Genelde oryantal kokuları seviyorum. Tatlı vanilyalı kokular favorim. Günün birinde bahsedeceğim onlardan da.
Parfümler bir yana ama deodorant işin temeli bence. Sadece güzel kokmak önemli değil aynı zamanda terlemeyi de önlemek gerekiyor diye düşünüyorum. Hayatta en nefret ettiğim şey koltuk altından fışkırmış terden dolayı rengi değişmiş gömlek ve bluz görüntüsü. İstediğin kadar şık ol pahalı giyin o görüntü seni bitiriyor diye düşünüyorum. Terleme önleyicilerle ilgili de ilerde yazılar yazacağım mutlaka.
En favori deodorantım Rexona. Özellikle antiperspirant özelliğini çok başarılı buluyorum. Pudralı ürünlerinde bile leke sorunu yaşadığımı hatırlamıyorum. Devamlı kullandığım Rexona - Powder  ve Rexona – Cotton. Geçen markette gezerken de yeni bir ürününü gördüm Rexona - Shower Clean. Bu bunaltıcı yaz günlerinde ismi bile birden ferahlık verdi bana. Hemen tester’ dan kokladım tam ismine uygun inanılmaz ferah bir kokusu var limonsu, sabunsu (böyle bir tabir var mıdır parfüm jargonunda acaba J) koluma sıkıp hemen attım bir tane sepete. Market alışverişim bitip eve geldiğimde hala kolumda kokusu duruyordu. Hemen bir duş alıp kullandım ve temiz tende inanılmaz güzel bir koku ortaya çıktı. Kalıcılığı ve hissedilebilirliği çok güzel. Eşim de çok beğendi. Yaz günlerinin deodorantı budur diye düşünüyorum.
Bu da ürünün fotoğrafı.

Üzerinde “Hergün sabah duşundan sonra kullanın” yazıyor. Yani topluma ciddi bir mesaj vermişler diye düşünüyor tebrik ediyorum. Çünkü bizde ter kokan vücuda deodorant ve parfüm boca edilince temizlendiğini ve güzel koktuğunu düşünen büyük bir kesim var. Ben de buradan sesleniyorum ey toplum deodorant parfüm bahane suya sabuna dokunmak hatta onlara sarılıp sarmaş dolaş yakın temasa geçmek şahane J
Buradan diğer Rexona ürünlerini inceleyebilirsiniz.  Sitede kendinize en uygun deodorantı bulmanız için de bir test var (burada) bayılıyorum ben böyle testlere iki soruda çözüveriyorlar insanı. Bana bambaşka iki deodorant önerdiler testin sonucunda, gidip bir bakayım belki de onlar haklıdır J
Enjoy!

24 Temmuz 2012 Salı

Telefon Kılıfım

İlk deneme yazımın bir kozmetik ürünü olacağına bahse girebilecek arkadaşlarım bu yazıyı görünce şaşırabilirler. Şahsen ben de bunu yazacağımı düşünmemiştim ama bugün içimden sizlere telefonum için yeni aldığım kılıftan bahsetmek geldi.
Kesinlikle teknoloji aşığı bir insanım. Yani denizle dağların keşistiği akıl almaz manzaraların ortasında teknolojinin hiç ulaşmadığı bir cennet mekanda aklımı kaçırmadan yaşabileceğim süre maksimum 3 gündür diye tahmin ediyorum. Benim için cep telefonu, fotoğraf makinası, laptop (hatta i-pad falan olsa çok daha güzel olur. Kocacım duy beni J) sonra hipermarketler, araba, otomatik diş fırçası, fön makinası, çamaşır ve bulaşık makinası bunlar ekmekten daha önemli J buna rağmen uzunca bir süre akıllı cep telefonu almadım, gereksiz pahalı bulduğum için "telefon dediğin aramak aranmak içindir akıllısı neymiş canım" gibi laflar ettim durdum sonunda eşimin ısrarıyla uzuun araştırmalar sonunda Samsung Galaxy SII almaya karar verdik. Ortamda bir i-phone çılgınlığı varken biz Samsung’dan yana kullandık seçimimizi. En başlıca sebebi de her telefonla görüntülü konuşma yapabiliyor olmaktı.  Seçimden çok memnunum bir yıla yaklaşıyor ve elimden düşürmüyorum tam tahmin edileceği üzere bayıldım bu akıllı telefon teknolojisine. Benim gibi tuhaf ruhlu bir insan için tek kötü tarafı i-phone gibi cicili bicili kapaklar kılıflar aksesuarlar bu telefon için çok yok ya da henüz keşfedemedim.
Geçenlerde bir arkadaşım bana Morhipo da Galaxy SII kılıfları olduğunu söyleyince hemen girdim ve hepsine ayrı ayrı bayıldım. Hemen bir sipariş verdim bir bana bir de eşime. Aslında bu özel alışveriş sitesi diye geçen sitelere de şüpheyle yaklaşıyorum alışveriş yaptığım başka sitelerden gelen ürünlerin bir çoğunu hiç beğenmedim ve Morhipo’yu da bu alışverişte ilk defa denemiş oldum. Ancak şunu söyleyebilirim Morhipo'ya tam puan veriyorum. Bir kere farklı kampanyaları tek alışveriş sepetinde alabiliyorsun o ne öyle farklı kampanyadan sepetine ürün atmak istediğinde önce ilk sepete koyduklarını alman ya da silmen gerekiyor olması. Bu sitede öyle bir dert yok. Kargo parası ödemek istemezsen çok az farkla sepetine atabileceğin kullanışlı ürünler öneriliyor ben eşime çorap aldım bu vesileyle çok da kaliteli çıktı. Gelen ürünler çok güzel ambalajlanmıştı. Çok çok kaliteliydi. Bir de kutudan minicik, içinde çok lezzetli bir lokum olan kutucuk çıktı ki yüreğimin yağları eridi diyebilirim J Morhipo favori listemin en başına oturmuş durumda.
Sadede geeeell Denizzz. Tamam geldim...Aldığım telefon kılıfları çok güzel  kılıfların satıldığı orijinal sitenin adı ambalajlarının üzerindeydi. Telefonkilifim.com. Siteye buradan ulaşılabilir. Çok kaliteli bir malzemeden yapılmış zaten açıklamasında da uçak yapımında kullanılan bir malzeme olduğu yazıyor. Baskı renkleri şahane. Telefona kusursuz bir şekilde uyum sağlıyor. Siteyi incelerseniz Samsung, I-Phone ve Blackberry için birbirinden güzel modeller olduğunu göreceksiniz. Gelelim hepsinden daha da güzeline bu sitede isterseniz kendiniz kendi beğendiğiniz resimlerle kılıf dizayn edip sipariş verebiliyorsunuz. Telefonunuzun güzel görünmesinin sınırı yaratıcılığınız kadar yani J
İşte benim aldığım model  cıvıl cıvıl. Daha birçoklarında da aklım kaldı. Kapakların fiyatı an itibariyle 39.99TL.


Enjoy!



BU BİR DENEMEDİR!!

Denemelerimi anlatmayı planladığım bir blog sayfasına bir deneme yazısı yazarak başlamak en doğrusu diye düşündüm. Neticede şu anda da bir blog denemesi yapıyorum :)

Belki uzun, belki de kısacık bir yazı olacak. Şimdiye kadar yazı yazmayı da denememiştim açıkçası. Kafamda hep güzel cümleler kurup ne zaman elime kalemi alsam herşeyin buharlaşıp gittiği garip bir yapıyım. Öncelikle şunu söylemeliyim blog işiyle ilgili en ufak bir fikrim yok Google’ın beni yönlendirmesiyle bir sayfa yapmış bulunuyorum ama şimdiye kadar takip ettiğim blogların hiçbirisine de benzemedi gibi geldi :) bir yerlerde hata yapmış olma ihtimalim yüksek. Bir şekilde sayfama denk gelecek tecrübeli yazarlar olursa bilgilerini paylaşmalarını çok isterim.

Hakkımda kısmında 1200 karakterlik bir alanda kendimi anlatamayacağımı düşünüyorum. 1200 karakterlik bir insan olsam bu ülkede çok daha mutlu yaşayabilirdim sanırım. Ayrıca bir blog okuru olarak bloglarında kendilerinden bahsedenleri daha çok seviyorum. Çünkü yazıların nasıl bir insandan çıktığı, bana benzer mi değil mi hep merak ettiğim şeyler oluyor. Dolayısıyla biraz kendimden bahsetmek istiyorum.

Sayfamın adından da anlaşıldığı üzere adım Deniz. Bana da ancak Deniz ismi konabilirmiş diye düşünüyorum. Gel-gitlerimle, bir gün sakin bir gün dalgalı hallerimle, tam adının insanıyım. Ayrıca da ikizlerim tam bir ikizler başka da bir burçtan anlamam zaten. Değişken, durağanlıktan nefret eden devamlı yenilik arayan. 34 yaşındayım. Canım kocam Murat'la 4 yıldır evliyim. 16 aylık bir kızım var ismi Ada. İzmir’de yaşıyorum, İzmir’i yaşıyorum. Çalışan bir anneyim :) Çalışan kısmı tamam da anne kısmı hala kulağıma garip geliyor kendimi hiç anne gibi hissetmiyorum hala 34 yaşında da hissetmiyorum o da ayrı tabii :) çalışan bir anne olduğum için ve henüz yeni sayılırım bu ikisini yapmakta o yüzden çok yoğun ve yorgunum ve son zamanlarda kendimi sadece eğlenceli işlerle uğraşarak dinlendiriyorum. Örneğin alışveriş ve spor :) hamilelikle birlikte bozulan formumu yerine getirme çabası da bu konularla ilgilenmeme sebep olmuş olabilir yalan yok :)

Önce sadece kozmetikle ilgili bir blog sayfası mı yapsam diye düşündüm ama kendimi çok iyi tanıyorum, iki gün sonra kozmetiklerden sıkılıp kendimi kitaplara verebilirim mesela bir seferde 3 kitap birden okumaya başlayabilirim o zamanda kitaplarla ilgili yazmak isteyeceğim. Sonra bir bakmışım yurtiçinde ya da yurtdışında değişik bir mekana yollanasım gelmiş o zaman da orayla ilgili yazmak isteyeceğim. Dolayısıyla bu blog benim ilgimi çeken, insanların ilgisini çekeceğini düşündüğüm keşke birisi de şu konuyla ilgili birşeyler yazmış olsa diyecek birilerinin belki görüp uğrayacakları bir kütüphane olacak. Umuyorum....

Hayat denizinde ne nerde Deniz dener de anlatır size :)

Enjoy!